BAKALLAR VE MARKETLER
Bizim Bozan Amca, seksen ya da doksan yaşlarındaydı. Aslında zamana karşı meydan okuyan yaşlı bir çınarda diyebilirsiz ona. Ben lise yıllarındayken de yılların beyazlattığı saçlarını beyaz bir takke ile süslerdi. Küçücük bakkaliyesinde eski püskü giysileriyle daima yoksul bir görünüm çizerdi.
O yıllarda pek samimiyetimiz yoktu. Eski köy geleneğini şehre taşımış daima etrafında oturan bir cemaatti yani sohbet arkadaşları vardı. Ben onu uzaktan gözler mütevazı ve kendine yeten hayatına özenirdim kendi kendime: “Keşke benim de böyle bir dükkânım olsa da okulu falan bıraksam.” diye düşlediğimde olmuştur. Okul belki de insanın özgürlüğünü kısıtladığı için her öğrenciye sıkıcı gelmiştir bazen. Benim de bahs ettim işte o anlarımdan biri olmalı.
Bozan Amca, belki de köylü yanından olmalı, benim o yıllarda çekindiğim bir karakter olarak hayatımda yer aldığı için hiç onunla konuşmamıştım. Yıllar sonra ettiğimiz sohbetlerde o da beni tanıyıp uzaktan gözlediğini söylemişti. Zaten mümkün mü ki iki insanın aynı mahallede yaşayıp biri birini tanımaması.
Sonra bir gün yeni aldığımız evin karşısındaki bakkalı kiraladı. Hemen kapı karşımız olduğu için ve ben de artık büyüdüğümden onun sohbet arkadaşları arasına kendimi dahil etmiştim. Artık yaşlandığından bazen bir meseleyi defalarca anlatırdı ve ben bunu ona çaktırmadan sabırla dinlerdim.
Çok iş yapmazdı bakkaliyesi Bozan Amca’nın onun ki belki de biraz da eve kapanmamak içindi. Gelişen ekonominin çarkları arasında ezilmemeye çalışıyordu. Bizim Bozan Amca büyük marketlerle rekabet ederek evine ekmek götürmeye çalışırdı. Yorgun ve yaşlı bedenine aldırmaksızın her sabah hale gider, en ucuz malları alır ve tam fiyatına verirdi ki yevmiyesini kurtarsın. Kendisinden alış veriş yapmayan mahalle sakinlerine kızardı. Onların dükkânının önüne oturmasına bile kızardı. En güzel ve gülünç yanı borç defteriydi. Herkese bir lakap bulmuş öyle kayıt etmişti. Onun dışında hiç kimse anlamazdı onun borç defterinden. Borç defterine kayıt yaparken de mutlaka söylenirdi: “ peşin alışverişinizi büyük marketlerden yapın, paranız olmayınca da Bozan Amca’ya gelin. Ardından da senin malın pahalı Bozan Amca deyin. Peki pahalı vermesem, nasıl rekabet edeceğim büyük marketlerle?” haklıydı Bozan Amca; ama kim haklıya bakıyordu. Her zamanki gibi bozan amcanın küçük bakkalı değil büyük Marketler kazanacaktı.
Bazen gün boyu müşteri beklemekten yorgun düşerdi ve kırmızı plastik sandalyesinde uyuya kalırdı. İçi çay demlemekten simsiyah olmuş demliğinde akşamüstleri çayını demlerdi. O çayı içmek için Bağlarbaşı Mahallesinin sonundan Süleymaniye’den misafirleri gelirdi. Çay bittikten sonra yıkamaya gerek duymadan demi döker ertesi gün tekrar çayını yapardı içinde.
Sonra bir gün aniden hastalandı. Ve yoğun bakıma kaldırdılar. Kaç gün kaldı bilmiyorum. Servise çıkardıkları gün hastaneden de çıkmak istemiş, çocukları: “kal iyice iyileş.” demişler o: “Öleceksem evimde öleyim, ya beni çıkarın ya da kendimi camdan atacağım.” Demiş. O hastanedeyken çocukları dükkânını boşaltmıştı, artık çalışmasın yaşlıdır diye. Şimdi mi? Durumu iyiymiş evinin karşısındaki parka bir küçük minder, bir yastık götürüp gününün çoğunu orda geçiriyormuş bazen de dayanamayıp mahalleye gelip oranın havasını soluyor ve dükkânını görüp eski günleri yâd ediyormuş. Çocuklarına laf geçirebilse hemen yeniden bir dükkân kuracakmış. Nede olsa hayat bittiği yerden yeniden başlıyor oturup ölümü beklemek çalışkan insanların harcı değil.
Yazar: Mehmet Ercan
20.05.2024
Çok güzel sade bir yazı olmuş, eski günlere gittim. Kalemine sağlık hocam