DİYARBAKIRLI RAMAZAN HOCAHerkes kendi yüreğinde yaşar mevsimi… Ne senin kışın başkasını üşütür, Ne de başkasının yazı seni ısıtır. Herkes kendi yaşadığı hayatı bilir. Herkes seni anlıyorum der ama anladıkları dışarıdan gördüğü kadarıdır. Edepsiz giydiyse, tesettürün suçu ne? Kılan yalancı ise namazın suçu ne? Müslümanca yaşantısı yok ise İslam’ın suçu ne?İnsanın hafızasında acı hatıralar hep ölülerle ilgilidir. Oysa benim hafızamda daha çok gariplerle ilgili hatıralar yer alır. Bazen hayatta kendi nefsi için hiçbir şey istemeyen, hayatını, emeğini hep başkalarına harcayan, bir lokma bir hırka derviş meşrepli saf, temiz, sade ruhlu insanlar vardır. Ramazan Hoca’yı Diyarbakır’a gittiğimde Ulu Camii’nin avlusunda görürdüm. Hayattan çok yorulmuş olanlara mahsus bir yaş belirsizliğiyle daha ziyade ihtiyarlamış görünüyordu. Üstünde eski mont. Her şeyi eskiydi, elbiseleri, ayakkabıları, kelimeleri velhasıl anlattıkları yüz yıllar öncesiydi. Anlattığı şeyler de eskiydi. Ama anlattıkça modern zamana uyarlar herkesin en sade şekilde anlayacak hale getirirdi. Ayakkabılarının köseleri buruşmuş, avurtları çökmüş yorgun simasıyla bu dünyaya dargın denebilen bakışında bir anlam ve sessizlik vardı. Diyarbakır’da Ulu Camiinin avlusunda gördüğümde, avluda bir o başa bir bu başa yürüyerek kendine has üslubu ile konuşuyordu. Fakat ağzından çıkan hiçbir cümlesini yüzü siması yalanlamıyordu. Kelimeler sadece dudağında bir söylem olarak çıkmıyordu. Anlatımdaki coşkusu ve heyecanı ile o anı yaşıyor ve yaşamayanlara yaşadığı hazzı hissettirmeye çalışıyordu. Konuşması, tavrı, üslubu bu modern çağın yılışık ağzı kalabalık dini Star’larına hiç benzemiyordu.Bu kadar minnetiz konuşması dikkatimi çekmişti. Kimseye borcu yoktu. Bu nedenle her rejime itaatli kişilerden farklıydı. İmanı ve takvası ile bir Allah dostuydu. Onun ne uçak düşüren bir bastonu, Ne Azrail’i kovabilecek cüreti, ne depremleri durdurabilecek tasarrufu, ne de zorda kaldığında yardım isteyebileceği ne bir Cemaati, ne bir şeyhi, ne bir tekkesi vardı. Kabilesiz, örgütsüz tek başına bir adamdı.O hiçbir himaye ağı içinde değildi. Hiç kimsenin adamı değildi. Kendi kendisinin adamıydı. Zaten güç iktidar şımarıklığını sindiremeyen her şahsiyet gibi Ramazan’ın da ayakları bir yere bağlı değildi. Onun için minnetsiz konuşuyordu. Gündelik siyasetin adilikleri vakaları ve dedikoduları kendisine bir diken gibi batan inanmış bir insan için bu dünyanın makamı mevkiisi sırtını döndüğü bir dünyaydı.Ramazan Hocanın davet metodunda tövbe alıp vermek olmadığı için, Tövbeleri iptal etmekte yoktu. İnsanlara hakka hakikate davet ettiği halde, Hiç kimseye ne şefaat nede Cennet garantisi vermiyordu. Ahirette azap meleklerine ben Ramazan Hocanın yolundaydım derseniz sizi bırakırlardı da demiyordu. Diyemezdi. Çünkü yolunda gittiği peygamber dahi kendi öz kızına böylesi bir imtiyaz vermemişti.Bu sebeple ramazan Hoca imanı ve takvasıyla bir Allah dostu da olsa haddini çok iyi biliyordu. Kendisine kabir ve cehennem azabından nasıl korunabiliriz diye sual edenlere misk ve safranla ceylan derilerine yazılı “şu duayı alıp boynunuza asın” da diyemiyordu. Demiyordu. Çünkü o tüccar değil bir davetçiydi. Hâkimiyetin, yaratmak ve hükmetmenin yalnızca Allaha ait olduğunu haykırıyordu.Irkı dili ve rengi birbirinden farklı olan Allah’ın Kullarına ırkçılığın haram olduğunu, Irkçılık eksenli bir hareketi gerçek hürriyeti ve adaleti temsil edemeyeceğini tekrarlıyordu. Hep birlikte Allah’ın ipine tutunmaya davet ediyordu. Yaşantısını kendi el emeği teşbihlerle sağlıyordu. İstanbul’da yine halkın içinde biri olmaya gayret ediyordu. Helal kazancın peşindeydi harama baksaydı sosyal medyadan yüklü miktarda paralar kazanabilirdi. Ama o davetin dertlisiydi. Rızık bohçasında İslam’a davet vardı.Bir insan yediğinden içtiğinden giydiğinden utanır mı? Senden sonra biz yaşamaktan bile utandık Ramazan Hoca… Üç gündür fotoğraflarına bakıyorum iki pantolon, iki gömlek, bir ayakkabı, bir mont, birde kazak dışında bir şey bulamadım. Bir de yerde kanlar içinde ki seccadesi. Kimseye el açmadan onurlu bir yaşam sürdü. Din tüccarlığı yapmadan hakikati haykırdı. Biz gittikten sonrası hep kıymet verenlerdeniz ya yine öyle yaptık.Son nefesini Rabbinin huzurunda iki büklüm durduğu seccadesinde Yüzü ve gönlü Allah’a dönük, sırtı dünyaya dönük olduğu bir anda adice kalleşçe zalimce katledildi. şehadet şerbetini içti. Ne demişti Rabbimiz “Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir”.(Ahzap 23) Zalimler ve münafıklar için yaşasın CehennemHayat bir yoldur O yolda sabır gerekir Şükür gerekir, Dua gerekir ve sonrada de ki; “HASBÜNALLAHÜ VE Nİ’MELVEKİL” Allah bize yeter O ne güzel vekildir…
05.01.2024 Şanlıurfa
Hasan YILDIZ
Eğitimci Yazar